İklim Krizi, Kentleşme Ve Kamusal İhmal
Yanan Ormanlar, Kaybolan Kamusal Sorumluluklar
Türkiye`nin dört bir yanında yaşanan orman yangınları; doğal varlıklarımızı, canlarımızı, birlikte yaşama hakkımızı, müştereklerimizi ve geleceğimizi tehdit etmektedir. Bu yangınlarda yaşamını yitiren yangın söndürme emekçilerini, ormancıları, kamu görevlilerini, gönüllüleri ve tüm ekosistem bileşenlerini saygıyla anıyor; ne yazık ki bu kayıpların politik ve kurumsal tercihlerle de ilişkili olduğunun altını çiziyoruz.
Bugün geldiğimiz noktada orman yangınları artık münferit doğa olayları olarak değerlendirilemez. Her ne kadar acil durumda yangınları ivedi şekilde kontrol altına almak için gereken uygun müdahale yöntemi, yangın söndürme araç ve kaynaklarının temininde yaşanılan yetersizlik şu anki tartışma gündemimizi oluştursa da bu tür doğa olaylarını felakete dönüştüren yapısal sorunları ortaya koymak elzemdir.
Sermaye birikimini önceleyen ve bugüne kadar ısrarla sürdürülen ideolojik yaklaşım, bilinçli bir tercih olarak bilimsel ve toplumsal bilgiden uzak duran ve ekosistem bütünlüğünü dikkate almayan bir kentleşme politikasını hayata geçirmiştir. Kentlerin sınırsız büyüyebileceği varsayımı ile hareket ederek, kent ile kır, insan ile doğa arasındaki ilişki biçimleri olumsuz yönde dönüştürülmüştür. Bu süreçte kırsal alanlara da yansıyan sermaye birikimi odaklı kentleşme politikaları, doğal değerleri piyasa mekanizmaları üzerinden yeniden tanımlayan ekonomik politikalar, altyapıdan sorumlu kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve derinleşen denetimsizlik; ne yazık ki orman alanlarında meydana gelen yangınların sayısının ve şiddetinin artmasında birinci derecede etkilidir. Dolayısıyla yaşadığımız yangınlar her ne kadar meteorolojik durumlarla yakinen ilişkili olsa da özünde önlenebilir afetler olduğu vurgulanmalıdır. Yaşadığımız acı tablo şunu açıkça bizlere göstermektedir ki; doğa ve toplum üzerindeki sistematik baskıların, ihmalin ve sömürünün bir sonucu olarak bugün yurdumuz adeta bir ateş çemberinin içinde bırakılmıştır.
Küresel Kriz, Yerel Sorun Odakları
İklim krizi küresel olarak iklim dengesinin değişimi, kuraklık, orman yangınları, sel ve fırtına gibi afetlerin sıklığı ve şiddetinde belirgin bir artışla kendisini göstermektedir. İklim modelleri, sıcak hava dalgalarının daha sık geleceğini, nem oranlarının düşeceğini ve kuraklık riskinin artacağını açıkça ortaya koymaktadır.
Ancak yangınların yalnızca iklim koşullarına bağlanması, iklim krizinin sermaye birikimi uğruna derinleştirildiğini ve bu yıkımın insan eliyle ağırlaştırılan boyutlarını gizlemektedir. Orman ekosistemlerinin zayıflatılması, kıyıların ve tarım alanlarının yapılaşmaya açılması, yangına dirençli alanların yok edilmesi, özelleştirme politikalarıyla altyapı bakımının ihmal edilmesi gibi uygulamalar yangınları felakete dönüştüren kritik sebepler olarak ortaya çıkmaktadır.
Doğal Eşikleri Aşan Politikalar: Yangınların Kentlere Dayanması
Türkiye`deki mekansal planlama anlayışı, afet risklerini tanımlayıp yönetmek yerine görmezden gelen; piyasa mekanizmalarına dayanan bir uygulama biçimi haline gelmiştir. Ormansızlaşmaya, doğal alanlarda yapılaşmaya, maden ve enerji faaliyetlerinin artmasına ve dolaylı olarak yangın riskine zemin hazırlayan kentleşme politikaları bugün ülkemizde yaşadığımız yangınların temel sebebidir.
Yangına hassas alanlarda:
Bu durumun doğrudan sonucu olarak kentleşme, doğal eşikleri zorlayarak orman alanlarının sınırına kadar yayılmakta; bu da yangınların çok daha hızlı ve sık biçimde yerleşim alanlarına ulaşmasına, köylerin, mahallelerin ve kırsal yerleşimlerin tahliye edilmesine neden olmaktadır. Bununla birlikte orman alanlarının çeperine dayanmış yoğun kentsel kullanımlar ve orman içine yayılmış başta enerji ve maden sektörüne ilişkin ekonomik faaliyetler orman riskini artıran temel etkenler olmaktadır.
Yangın riski ile yerleşim baskısı arasındaki bu çarpık yakınlaşma ve karşılıklı birbirini yok etme kurgusu üzerinden devam eden ilişkisellik, yalnızca plansızlığı değil, yaşamı riske atan bir kentleşme modelinin kurumsallaştığını da ortaya koymaktadır. Planlamanın birincil görevi yaşamı korumakken, mevcut işleyiş doğal ve toplumsal yaşamı riske atan bir araç haline gelmiştir.
Sermayeye Açılan Ormanlar, Kıyılar ve Tarım Alanları
Yangınların ardından hızla "orman vasfını yitirmiş alan" olarak ilan edilen alanların imara açılması, yangın sonrası yeniden projelendirme mantığının ne denli kurumsallaştığını göstermektedir.
Özellikle:
Yapılan tüm bu değişikliklerle orman içi kullanımların çeşit ve miktarları sürekli artmaktadır. Yapılan bu düzenlemeler sonucunda orman alanları parçalı hale gelmekte, orman alanları içerisinde kullanım oranı arttıkça da yangın riski doğal olarak artmaktadır. Bu dönüşüm, doğal sistemleri, kırsal toplulukların yaşam biçimlerini, geçim araçlarını ve yerleşme hakkını da yok etmektedir. Yangınlar sonrası yaşananlar, afetin hem doğanın hem de toplumun sosyo-ekonomik bir yıkım biçimi olarak tezahür ettiğini göstermektedir.
Kamusal Sorumluluğun Terk Edilmesi: Müdahale Yetersizliği ve Denetimsizlik
Orman yangınlarına müdahale kapasitesinin yetersizliği, yalnızca araç eksikliği ya da teknik zaafiyetlerden ibaret değildir. Sorunun kaynağı, afet yönetimini kamusal bir sorumluluk olarak değil, kriz anına indirgenmiş, parçalı ve piyasa odaklı bir müdahale pratiği olarak gören yönetim anlayışındadır. Türk Hava Kurumu`nun ve Orman Genel Müdürlüğü`nün yangınla mücadele kapasitesinin yıllar içinde erozyona uğratılması, işlevsizleştirilmesi, yangın söndürme uçaklarının sistematik olarak devre dışı bırakılması ve yerel itfaiye teşkilatlarının kaynak yoksunluğu, devletin asli görevlerinden biri olan yaşamı koruma sorumluluğunun nasıl terk edildiğini göstermektedir.
Bu yapısal zafiyetin bir diğer boyutu, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesiyle birlikte gelen denetimsizliktir. Enerji iletim hatlarının bakım ve kontrolünün özel şirketlerin inisiyatifine bırakılması, orman içi yollar ve altyapı faaliyetlerinin çevresel ve planlama denetimi olmaksızın yayılması, yangınların çıkış ve yayılma riskini artıran doğrudan etkenler arasındadır. Özelleştirme süreçleri, yalnızca hizmet sunumunu değil, denetim ve sorumluluğu da parçalamış; böylece afetlerle mücadele kapasitesi bütüncül bir çöküşe sürüklenmiştir.
Yangınlara yönelik müdahale ve hazırlık süreçlerinde merkezi yönetim ile yerel yönetimler ve sivil toplum arasında işleyen bir koordinasyon mekanizması bulunmamaktadır. Oysa afet yönetimi, yalnızca kriz anına ve yalnızca bir kurumun sorumluluğuna indirgenemeyecek kadar yaşamsal bir kamu görevidir. Müdahale kapasitesinin zayıflığı, kurumsal koordinasyonun eksikliği ve denetimsizliğin sistematik hale gelmesi, orman yangınlarını yönetilemeyen değil, önlenemeyen bir felakete dönüştürmektedir.
Ne yapılmalı?
Küresel iklim krizinin derinleşen etkileriyle birleşen özelleştirme politikaları, denetimsizliği ve kurumsal ihmali artırmakta; bu da yangınların ve diğer afetlerin yıkıcılığını sistematik biçimde büyütmektedir. Bu tabloya karşı kamucu, entegre ve adalet temelli bir afet müdahale sistemi derhal kurulmalıdır.
Entegre ve Kamucu Bir Müdahale Sistemi Kurulmalıdır
Yangına Zemin Hazırlayan Politikalar Tersine Çevrilmelidir
|
Yaşamı korumak, geleceği planlamak zorundayız
Kentleşme, enerji, madencilik, tarım ve turizm politikalarının ekolojik sınırları aşan uygulamaları, iklim krizinin etkilerini katlayarak bu felaketleri kalıcı hale getirmektedir. Planlama mesleği bu süreçlerin yalnızca teknik bir parçası deği, yaşamı savunmanın, adaleti gözetmenin ve kamusal sorumluluğu üstlenmenin temel araçlarından biridir. Yangınların ardından gelen yıkımın sorumluluğu, riskleri öngörmeyenlerde değil, bile isteye görmezden gelenlerdedir. Bu nedenle doğaya, topluma ve gelecek kuşaklara karşı sorumluluğumuz gereği TMMOB Şehir Plancıları Odası olarak açıkça ifade ediyoruz:
Yaşamı koruyan, müşterekleri savunan ve kamuyu gözeten bütüncül ve kapsayıcı bir yönetim anlayışı için tüm meslektaşlarımızı ve kamuoyunu birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.